Bu yazının yayınlandığı andan tam tamına 79 yıl önce, yani 27 Şubat 1933’te yerel saatle 21:25’te, Berlin’de bir itfaiye istasyonuna bir ihbar gelir. Weimar Cumhuriyeti’nin meclis binası (ki Federal Almanya Meclisi’nin alt kanadı Bundestag da günümüzde orada toplanır) Reichstag’ta yangın çıkmıştır... İtfaiye ve polis Reichstag’a ulaştığında binanın merkezinde ve kubbenin altında bulunan Temsilciler Salonu alevler içinde kalmıştı...
Yangın saat 11’de söndürüldü, ama Reichstag kullanılmaz hâle geldi. Weimar Cumhuriyeti Meclisi, bundan sonra yapacağı çok az sayıdaki toplantı için, Reichstag’ın ön cephesinin baktığı parkın diğer ucunda bulunan ve savaş sırasında yıkılan Krolloper (Kroll Opera Binası) kullanılacaktı.
Polis yaptığı soruşturma ve inceleme sonucu, Almanya’ya yeni gelmiş olan 24 yaşındaki Hollanda asıllı işsiz duvarcı ustası ve komünist Marinus van der Lubbe’nin yangını çıkardığına dair ‘kanıtlara’ ulaştı. Van der Lubbe dışında olayla ilgisi olduğu şüphesini taşıyan ve hepsi komünist olan Ernst Torgler (Alman), Georgi Dimitrov, Vasil Tanev ve Blagoi Popov (Bulgar), Reichstag Yangını Davası (davanın yapıldığı yer nedeniyle Leipzig Davası da denir) Alman İmparatorluğu’nun ve daha sonra Weimar Cumhuriyeti’nin en yüksek mahkemesi olan Leipzig’deki Reichsgericht’te üç ay süreyle (21 Eylül-23 Aralık 1933) yargılandılar ve suçlu bulundular. Üç Bulgar komünistin Sovyetler Birliği’ne sınırdışı edilmelerine ve suçunu ‘itiraf etmiş olan’ van der Lubbe’nin ölüm cezasına çarptırılmasına karar verildi. Devrin Saksonya Eyaleti yasaları gereğince ceza giyotin kullanılarak 10 Ocak 1934’te, 25. yaş gününden üç gün önce infaz edildi. 2008’de, verilmiş olan cezanın dönemin ceza yasalarının Anayasa’ya aykırı olması nedeniyle van der Lubbe’nin affedilmesine karar verildi. 21 Eylül 1933’te Londra’da bir grup hukukçu tarafından bir karşı dava düzenlenmiş ve Nazi Partisi’nin üst yöneticilerinin bu yangından dolayı sorumlu olduğu sonucuna varmışlardı.Ancak sonuçları itibarıyla bu yangın, basitçe bir yangın olmanın ötesine geçti. İstikrarsız ve çalkantılı bir 13 yıl geçirmiş olan Almanya’da Adolf Hitler ve lideri olduğu Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, nam-ı diğer Nazi Partisi seçimleri kazanarak iktidara gelmişti. 30 Ocak 1933’te Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, Katolik Merkez Partisi lideri Franz von Papen’in kendisine, Hitler’le koalisyon yapması halinde onu kontrolü altında tutacağının garantisini vermesi üzerine Hitler’i Şansölye yapmıştı. Mutlak iktidarı ele geçirmek isteyen Hitler’in istediği bir pozisyon değildi bu. Hatta tekrar seçimlere gidilmesi ve parlamentonun feshedilmesi için Hindenburg’u ikna etmiş, 5 Mart 1933’te seçimlerin yapılacağını ilân etmişti. Çünkü Hitler, öncelikle Reichstag’ta üçte ikilik bir çoğunluk elde ederek bir Yetki Yasası çıkartmak istiyordu. Bu sayede Şansölye Reichstag’a ihtiyaç duymadan dört yıl boyunca istediği yasayı çıkartabilmekte; bu süre gerekli görüldüğü takdirde uzatılabilmekteydi. En son seçimlerde Nazi Partisi %32 oy aldığı için bu yasayı çıkartacak çoğunluğa sahip değildi, üstelik yasanın çıkması için ülkenin çok ciddi bir sorunla karşı karşıya kalması gerekiyordu. Hitler’den önce bu yola başvurulduğu tek zaman, hiperenflasyonla mücadele edilmek üzere 1923-1924 arasında çıkartılıp uygulanmıştı.
Yangından sonra von Hindenburg, Reichstag Yangını Kararnamesi’ni yayınlayarak temel hak ve özgürlüklerin büyük çoğunluğunu askıya aldı. Yangını ‘komünist tehdide karşı’ önlemlerin alınması gerektiği yönünde propaganda yapan Nazi Partisi, 5 Mart’ta yapılan seçimlerde %44 oy aldı Alman Nasyonal Halk Partisi’nin %8’lik oy oranıyla %52’ye ulaşarak Reichstag’ta çoğunluğu elde ettiler; gerçi bu üçte ikilik çoğunluğa yetmemekteydi. Ancak, Almannya Komünist Partisi’nin Reichstag Yangını Kararnamesi’ne dayanarak baskı altında tutulması ve Sosyal Demokrat Parti’nin de Nazi SA birliklerince tehdit edilip bir kısmının göz altına alınması sayesinde Hitler 23 Mart 1933’te 1933 Yetki Yasası’nı Reichstag’tan kolayca geçirerek Almanya’nın diktatörü oldu... Kısa süre içinde tüm partiler feshedildi, yenilerinin kurulması yasaklandı. Bir sene sonra, 2 Ağustos 1934'te Hindenburg öldü. Alman ordusunun da desteği birtakım pazarlıklarla alındı ve Hitler Almanya’yı tam bir polis devletine çevirdi. 1939’da da II. Dünya Savaşı patladı zaten, malum.
“Demokrasiyi yıkmanın tek yolu, onun silahlarını kendisine karşı kullanmaktadır” sözüne çok iyi bir örnek teşkil ediyordu da, hazır yıldönümü geldiği için hatırlatayım dedim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder